Bu ne yaman çelişki anne!
- Admin
- 9 Eyl 2017
- 3 dakikada okunur

Bir taraftan sürekli “Ben, bana ait, bana özel, ben benim, kimseye benzemem” kalıplarını motto gibi kullanırken… “Sen özelsin, sen teksin, farklı ol, kendin ol” diye sloganlar atarken… “Özünü bul, kendini keşfet” seminerleri düzenlerken… Araba plakalarını bile isimlerimizden oluşturmaya çalışırken… Her gün yeni kişisel profil, kişisel hesap peşinde koştururken…
Diğer taraftan “herkes” gibi olmak için nasıl da bu kadar mücadele ediyoruz?
İdealize edilmiş estetik anlayışı, trendler, popüler akımlar ile tek tipleştirmeye yönlendiren bir sistem içinde neyin “ben”liğinden bahsediyoruz?
Biri sana, “Mini etek giymeyeceksin” diye baskı yaptığında karşı geliyor, bunun kendi vereceğin karar olduğunu söylüyorsun ama “moda” olanı giydiğinde bunun kendi seçimin olduğunu sanıyor, tercih ettiğin yanılgısına kapılıyorsun.
Oysa ikisi de temelinde şiddet barındırıyor. İşin kötüsü; birinde bunu fark ediyorsun, diğerinde bunun şiddet olduğunun bilincinde bile değilsin.
Bugün alışveriş yaparken tercih ettiğin, beğendiğin rengi bile, “Dünya Renk Birliği” adlı kuruluş yıllar önce belirliyor ve senin beğeneceğin rengin ne olacağına onlar karar veriyor. Düne kadar hiç sevmediğin fuşya rengi, bir anda tüm gardırobunu kaplıyor.
Sistem sana bir “ideal” yaratıyor, algılarını yönetiyor, yönlendiriyor, sana “bu güzel” diyor, sen de farkında olmadan onu güzel kabul ediyorsun.
Aynaya her baktığında, o kafandaki “ideal” den uzak olduğun için kötü hissedip kendini ona benzetmeye, onu taklit etmeye çalışıyorsun. Özgüvenden bu kadar yoksunken kendinden “Ben özelim, tekim” diye bahsediyorsun.
Kendini “o”ndan, onun yaşayış biçiminden ne kadar uzak görürsen o kadar mutsuz oluyorsun. Hayatın sürekli ona ulaşma, ona benzeme, o olma mücadelesi içinde geçiyor.
Oluşturulan estetik ve güzellik anlayışı o kadar mevcut değil ki, o kadar var olmayan bir şey ki, o kadar gerçek dışı ki “güzellik kraliçesi” diye kabul edilenler bile, o “ideal” e ulaşmak için estetik operasyonlar yaptırıyor.
O da yeterli gelmiyor; dijital ortamda, sosyal medyada paylaşılan görsellerde oynamalar, rötüşler yapılarak zaten değiştirilmiş bir görünüm tekrar değişime uğratılıyor, var olmayan, yapay gerçeklik yaratılıyor.
Seni sen yapanlar, yani aslında var olanlar “kusur” kabul ediliyor. Sen de tıpkı parmak izin gibi başka kimsede olmayan, seni “sen” yapan “özel”likleri ortadan kaldırıyor, değiştiriyor, tek tipleştiriyorsun.
Özelliklerini yok edince kendini özel hissediyorsun.
“O” olmak için tüketiyorsun. Tükettikçe özgür olduğunu sanıyorsun. Sistem sana “Ne kadar tüketirsen o kadar varsın” diyor. “Tüketiyorum, öyleyse varım!”
Sahip olmazsan seni sistemin dışında bırakan şeyler yaratılıp ihtiyacınmış gibi sunuluyor. Daha çok tüketebilmen için seni paraya, kredi kartlarına bağımlı hale getiren, borç sahibi olman için çabalayan sistem, bu borçlarını ödemen için seni insan doğasına aykırı şartlarda çalışmaya mahkum ediyor. Bu mahkumiyet ve bağımlılık içinde, olduğun yere zincirle bağlıyken özgür olduğuna inandırmaya çalışıyor. Ve üzgünüm, inanıyorsun.
Gittiğin mekanda aynı elbiseyi giyen biriyle “pişti” olmamak için çaba harcıyor, tonla para verip kendine özel elbiseler diktiriyorsun ama yüzüne ve vücuduna yaptırdığın operasyonlarla binlerce kişiye tıpa tıp benziyor olmaktan rahatsız olmuyor, bunda bir tuhaflık bulmuyorsun.
Bestseller kitapların yazarlarını değerlendirme süzgecinden geçirmeden beğeniyor, önüne sunulan her “bilgi” yi araştırmadan doğru kabul ediyor, popüler olanı sorgusuz sualsiz destekliyorsun.
Radyoda gün boyu defalarca çalınan şarkı büyük olasılıkla sürekli duyduğun için kulağına hoş gelmeye başlıyor, herkesin dilinde olduğu için seviyorsun.
Sahip olduklarının özgün olduğunu düşünüyorsun ama evini Ikea Showroom’u gibi dizayn ediyorsun.
Reklamlarda gördüğün her markaya “marka” olduğu için kalitesini sorgulamadan güveniyor, ürünlerini satın alıyorsun.
O diziyi şu an herkes izliyor diye izliyorsun.
Ve evet, üzgünüm, herkes beğendiği için beğeniyorsun, beğendiğini sanıyorsun.
Tüm bunlara rağmen “Ben özelim, bireyim, özgürüm, özgür iradem, kendi kararlarım, kişisel tercihlerim, kişisel alanım…” diyorsun.
Seni farklı kılan her şeyi törpüleyip, yok edip farklı olduğunu iddia ediyorsun.
Bu küresel köyde, maruz kaldığımız, bırakıldığımız “ideal dünya” içinde “görece” diye bir kavramdan söz etmek mümkün müdür?
Ben kendi kararlarımı verirken acaba gerçekten kendi kararlarımı mı veriyorum?
Estetik algımı ben mi belirliyorum?
Özgür irade diye bir şey var mı?
O araba gerçekten benim ihtiyacım mı?
O rengi aslında seviyor muyum?
“Bana göre, benim fikrim, bence” diye kurduğum cümlelerin ne kadarı gerçekten bana ait?
“Ben”im değer yargılarım mı?
“Ben”im fikirlerim mi?
“Ben”im seçimlerim mi?
“Ben”im kararlarım mı?
Ben, ne kadar “ben”im?
Comentarios