Tatlıyla imtihanım
- Admin
- 25 Eki 2016
- 2 dakikada okunur

Beslenme konusunda ufak takıntılarım var...
Mesela; fast food, kola gibi en sevdiğim zararlı alışkanlıklara veda edeli yıllar oldu. Sonrasında çayı şekersiz içmek temel prensibim haline geldi. Hazır meyve sularını çıkardım hayatımdan. Bol bol su içmeye özen gösteriyorum. Bir süredir içtiğim suya karbonat atma evresine geldim. Paketli gıdalarla da arama mesafe koymaya çalışıp kendime haşlanmış yumurtalı kahvaltılar, yeşil çaylardan oluşan öğle öğünleri, meyve-sebzelerle bezenmiş bir dünya kurmayı deniyorum. Öyle ki çayına şeker atan, kola içen insanlar sinirime dokunuyor artık.
Gel gelelim; çikolata ve hamur işlerini bırak hayatımdan çıkarmayı, azaltmayı bile düşünemiyorum hatta düşünmüyorum. Ne demek tiramisu yememek! Tartışmaya bile kapalı bir konu.
Bugün öğlen ofisten çıktığımda, elinde birbirinden yenilesi pastalarla dolu kasaları pastaneye taşıyan bir adam gördüm. Ki zaten o pastanenin tatlıları için üç canım olsa birini feda edebilirim. Pastanenin vitrinindeki tatlılara bakınca adeta onlarla arama giren cam yok oldu ve tüm o enfes kokular burnuma geldi hatta hepsi dile gelip beni yanlarına çağırdılar; resmen onları almam için yalvarıyorlardı.
Onları kırmak istemedim; en azından paketli ürün kadar zararlı değillerdi. Ofiste atıştırmak için ufak bir şey alayım diye girdim içeri. Amacım, girer girmez gözüme çarpan kafam kadar büyüklükteki elmalı kurabiyeyi alıp çıkmaktı. "Şu iki kurabiyenin arasındaki fark ne?" dedim. "Biri tarçınlı, biri pudra şekerli." dedi. "Tarçınlıyı alayım o zaman." dedim. -Tarçın sonuçta daha yararlı- "Başka bir şey ister misiniz?" Tam "Hayır" diyecektim ki gözlerim "Beni de almalısın!" diye tüm asaletiyle göz kırpan dev acı badem kurabiyesine takıldı. "Bir tane de acı badem kurabiyesi alayım.". "Tabii, başka bir şey alır mısınız?". Karşımda durmuş, çikolataları içinden fışkıran kocaman kek, şımarıklığı ve öz güveniyle "Beni almadan gidemeyeceğini biliyorum." dedi. Ne yazık ki ben de biliyordum.
Durum böyle olunca içimdeki ses, "Sen boş ver ofisi, bunu da al; eve gidince kendine ziyafet ver en iyisi!" dedi. "Bir de şu kekten alayım. Vişneli olanın içinde çikolata da var mı?". "Evet.". "Tamam öyleyse, vişneli olsun.". -Meyvesinden de vitamin alırım, değil mi?- "Başka bir şey alır mısınız?". "Lütfen artık 'Başka bir şey alır mısınız' diye sormayın." dedim ve elimde hazinemle hızla uzaklaştım oradan.
Ofiste saatlerce, eve dönüp onları yiyeceğim anı düşleyerek heyecanlandım, mutlu oldum... Tıpkı küçükken, gün sırası anneme geldiğinde evde yiyeceğim pasta börekleri düşünüp mutlu olduğum gibi... Tıpkı dün, babaannem elinde bir tencere aşureyle geldiğinde sevinçten üstüne atladığım gibi... Ve kendimce geliştirdiğim teze göre; beni bu kadar mutlu eden şey zarar veremezdi, vermemeliydi, vermesindi!
Tümdengelim, tümevarım gibi yöntemlerle yaptığım hesaplamalar ışığında, stres hasta ediyorsa mutluluk da pek ala tedavi edebilirdi. Ben bu güzellikleri yediğim sırada birtakım şeyler zararlı hücreleri besliyorken aynı anda serotonin hormonu da bilumum şeyler salgılayıp onları yok edemez miydi? Zararlı ve yararlı şeyler birbirleriyle çatışıp nötre ulaşsalar mesela... Çok mu imkansız bu? Söyle Canan Karatay! Hiç mi oluru yok?
تعليقات