İstanbul'da sarı ışıklara yer yok
- Admin
- 29 Nis 2014
- 2 dakikada okunur

Taşı toprağı altın olduğu söylenen İstanbul’un öyle olmadığı tespit edileli çok oldu. Öyle ki sırf bunun için memleketlerini bırakıp buraya yerleşen, yerleşmek zorunda kalan herkes memleket hasretiyle yanıp tutuştu. Hemşehricilik de bundan olsa gerek, keza İstanbul adeta küçük bir Amerika. Buranın yerlileri bir elin parmaklarını geçmez, herkes bir yerlerden göçüp gelmiş…
Dünyanın diğer büyük şehirlerini, metropollerini bilemeyeceğim ancak İstanbul tez konusu olabilecek kadar tuhaf bir kent. Şehrin içinde şehirler hatta ülkeler barındırır İstanbul. Yolun sağ tarafı yalılardan, solu gecekondulardan oluşur. Bir sokak ötede Bach dinleyenler, hemen yanında Serdar Ortaç hayranları. Bir taraf avm, karşısı işportacılar mekanı... Belki de İstanbul, bu yüzden İstanbul...
İstanbul’da yaşamanın avantajları elbette var. Üstelik burada yaşayıp sonradan başka bir şehirde yaşamayı başarabilen çok az. Yalnız, yaşamakla ilgili şöyle ufacık, tek harflik bir nüans var: İstanbul’da yaşamak ve İstanbul’u yaşamak. Geçen gün, ilk gruba giren bir vatandaş olarak İstanbul’u yaşayan o şanslı insanları düşündüm. Kim mi onlar?..
Kendilerine özel helikopter, uçak gibi bilumum uçan taşıtlara sahip olanlar.
Bilinen bir şeyi elli kere söylemeye gerek yok. İstanbul’da araba desen büyük sıkıntı, zira bu şehirde trafik olmazsa kıyamet alameti sayılabilir, park sorununa değinmek bile istemiyorum. Metro oldukça yetersiz, metrobüs ise kimi zaman intihar sebebi olabilir, psikolojik ve fizyolojik kalıcı hasarlara yol açabilir.
Zengin olanlar.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da en önemli ihtiyaç paradır. İstanbul’u İstanbul yapan nimetlerden faydalanabilmek için olmazsa olmazdır. Denizi, Boğaz’ı, Kız Kulesi’ni otobüsle eve dönerken pencere camından görmek mi, sabah uyandığında evinin balkonundan seyretmek mi diye sorsam yeterli bir örnek olur sanırım...
Hiç çalışmayanlar.
Şehrin yok olmaktan ve edilmekten kurtulan, can çekişen tarihi kalıntılarını; son birkaç yılını yaşamakta olan ormanlarını, doğal güzelliklerini görebilmek için hatırı sayılır bir zamana ihtiyaç vardır. Çünkü gideceğin yere ulaşmaya çalışırken geçen zaman, o yeri gezmeye ayıracak zamandan daha fazla olabilir. Çalışan insan, bir iki günlük tatilini haklı olarak bu ıstırapla geçirmek istemeyebilir. Bu sebeptendir ki turistler bu şehri, yerlilerinden çok daha iyi bilir.
Saatli işi olmayanlar.
Herkes bilir ki bu şehirde sarı ışıklara yer yoktur; kırmızıdan sonra yeşil geliyor gibi düşünülmeli, öyle hareket edilmelidir, aksi takdirde korna, küfür gibi birtakım istenmeyen hareketlere maruz kalınabilir. Bu durum, hayat trafiği için de geçerlidir. Herkesin acelesi vardır, herkes randevulara geç kalır; dün yeni olan bugün eskir, bir saat öncesinin gündemi bir anda mazi olabilir. Hayat adeta avını yakalamaya çalışan çitadır, sen ise onun avı.
Kadın ve çocuk olmayanlar.
İstanbul’da yaşayıp da yolda, vapurda, otobüste, işte hatta evinin önünde bir kere olsun tacize uğramayan bir tane kadın varsa İstanbul’un en önemli meydanlarından birine heykeli yapılmalıdır. Burada yaşayan her kadın bu bakımdan psikolojik bir vakadır. Çocuklar ise genelde kaybolur, kaçırılır, keza tacize uğrar; araba çarpar, başına veya bilumum yerlerine gaz kapsülü isabet eder, yaralanır; burada genelde çocuklar ölür.
Bu liste herkese, her duruma göre değişir, gelişir, uzar, kısalır… Ama demem o ki, İstanbul’da yaşamak başlı başına yorucu bir iştir ve mesaisi hiç bitmez…
Yorumlar