top of page

TAKİP ET

  • Facebook - Grey Circle
  • Twitter - Grey Circle
  • Instagram - Grey Circle

SON PAYLAŞIMLAR

Modern zamanlarda aşk

  • Yazarın fotoğrafı: Admin
    Admin
  • 14 Şub 2013
  • 4 dakikada okunur

"Sizin kuşakta aşk nasıl yaşanıyor?" diye sordu... Onun gençliği 80'lerde geçmişti; idealleri, davası vardı, belki de aşkın en güzel yaşandığı dönemin insanı. Oysa ben 2000'li yılların temsilcisi, Y kuşağının amaçsız gençlerinden biri...

"Aşk nasıl yaşanıyor" diye sorunca beynim adeta "error" verdi. Hayatıma girenler, hayatımdan çıkanlar... Hepsini tek tek gözümün önüne getirdim en mutlu olduğum anılarımla birlikte ama hiçbirini o filmlerde gördüğüm, hatta anneannemin yaşayıp anlattığı; yüce, kutsal atfedilen, her şeyin ötesindeki duygu "aşk" a benzetemedim.

Ne garip! Daha iki gün önce, buradan kilometrelerce uzakta Kanarya Adaları'nda yaşayan, internette tanıştığım, bizim kuşağın temsilcilerinden İspanyol bir arkadaşımla aynı konuyu konuşmuştuk. "Sence nasıl aşık olunur?" diye sormuştu. Onun basit bir cevabı vardı bu soruya: Mind + looking, that is all. "Akıl ve dış görünüşe göre aşık oluruz" demişti ısrarla. Hatta o yüzden birini sevebilmek için yanında olması gerekmez diye iddia etmişti. Ben de "Hayır, bunlar yeterli değil, başka bir şeyler de olmalı" diye tezimi savunurken aslında tam olarak aşık olmakla ilgili ne düşündüğümü bilmediğimi fark ettim yine.

Gerçekten internette tanışıp birbirlerini hiç görmeden aşık olanlar vardı, en azından öyle olduklarını söyleyenler... Hiç tanımadan sadece ilk görüşte aşık olduklarını iddia edenler...

Belki de aşk, eski zamanlarda kaldı. Sevgililerin birbirlerini görebilmek, hatta konuşabilmek için günlerce beklediği... Hiçbir söz söylemeden bakışarak anlaşabildiği... Birbirlerine aşk mektupları yazıp cevabını yine günler sonra bir mektupla aldığı o mucizevi yıllarda... Nil'in şarkısı doğru muydu acaba? Modern zamanlarda aşk buharlaşıp uçmuş muydu?

Aşkı anlamaya çalışmak yetmiyormuş gibi bir de bunun kategorileri çıktı. "Hep onun yanında olmak istiyorum, onu görmek istiyorum" dersen, "Yok, yok bu aşk değil hoşlanma"... "Gördüm ve hemen aşık oldum", "Hayır canım, aşık olmamışsın, beğenmişsin sadece"... "Onu her gördüğümde dokunmak istiyorum", "Yok, bu kesinlikle aşk değil arzulama"... Bir de "sevgi ve aşk" arasında ayrı bir tartışma konusu var ki ona hiç girmeyelim... Anlamlar, kavramlar birbirine geçip her gün bir yenisi daha çıkıyor ve aşkın ne olduğu yine bir "muamma" olarak kalıyordu.

Kız arkadaşlarımla oturup geçmiş ilişkilerimizi yad ettiğimiz bir gün, "Başta hep iyi özelliklerini görüyorum ama zaman geçince sevmediğim en basit hareketi bile ondan soğumama sebep oluyor" dediğimde "Demek ki sen hiç sevmemişsin" dedi arkadaşım. Sevince kötü özellikleri de olsa gözüne batmazmış. Neredeyse bütün ilişkilerimi bitiren sebebin bu olduğunu fark edince arkadaşımın sözünü doğru kabul ederek hiç aşık olmadığımı düşündüm. Ama "Hayır, ben körü körüne aşık olamam, aptal aşık olamam!" diye itiraz ettim. Aşkın mantıklısı var mıydı? Yoksa aşk biraz da aptallık mıydı? Mantıklı düşünmek miydi aşkı öldüren? Bir süre sonra, "Ondan baba/anne olur mu? Evlensek anlaşabilir miyiz? Anlaşamadığımız bu konu ilerde büyük bir sorun çıkarabilir mi?"... gibi sorular aslında yavaş yavaş aşkın bitmek üzere olduğunu gösteren sinyallerdir. Orhan Gencebay'ın "Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni" şarkısı arada aklımıza gelir tabii ama uzun süre kulak kabartmak imkansızdır.

Çok beğendiğin, almak için indirime girmesini beklediğin, alınca da odanın köşesine bırakıp kutusunu bile açmadığın ayakkabılar vardır ya hani... Senin olmasını çok istediğin o şey, senin olduğu anda değersizleşir, önemini kaybeder ya... İlgisini çekmesi, seni sevmesi için günlerce hatta aylarca uğraştığın o çok sevdiğin, aşık olduğun adam/kadın, elde ettiğinde "püfff".... bir anda balon gibi patlar elinde, kısa bir süre sonra sıkılıp bir kenara atarsın ayakkabın gibi... Günümüzün kurtuluşu olmayan bir aşk düşmanı daha: Elde edince soğuma sendromu...

Evet, modern dünyanın modern insanları olarak yaşamak belki çok kolaylaştı. Tek tuşla getir, tek tıkla götür... Tıklamalar ve tuşlamalar bize oturduğumuz yerden alıp sattığımız bir dünya yarattı. Her şeyi, elimizle tutabildiğimiz o küçücük dahi telefonumuzla hallediyoruz, yere göre sığdıramadığımız aşklarımızı da...

Aşk da, internetten sipariş edip ayağımıza kadar getirttiğimiz bir eşya gibi oldu. Tek tuşla başlayıp tek tıkla bitiyor. Belki de sevdiğimiz adam/kadın ile her an iletişim halinde olmak her şeyi çabuk tüketmemize neden oluyor. Seni seviyorum demek için gözlerine bakmaya uğraşıp unutulmaz bir an yaratmana gerek yok, kalp ikonlu bir seni seviyorum mesajı çok daha anlamlı geliyor değil mi? Kavga etmek, hatta ayrılmak için yüz yüze gelmekle kim uğraşacak, Whatsapp'ta konuşmak ne güne duruyor? Unutmak mı istiyorsun, sana artık yazmamasını mı istiyorsun? Sosyal medya hesaplarından engelle, olsun bitsin. Evet, işte bir insanı, hem de bir zamanlar çok sevdiğimiz, aşkından ölüp bittiğimiz bir insanı hayatımızdan çıkarabilmenin bu kadar kolay ve hızlı olduğunu düşünüyoruz.

Başlarda gözüm ondan başkasını görmezken bir zaman sonra "Ama ondan daha iyileri var etrafında, neden ömrünü ona adayasın ki" diye beynimi kemiren o sese ne demeli peki? Duygularımızı da satın aldığımız eşyalar gibi çok çabuk eskitip atıyoruz. Yetinememek, hep daha fazlası, daha iyisi...

Nil haklı, Teoman da... Bildiğim tüm hayatlar paramparça... Dolayısıyla aşklar da...

Belki de tüm bilirkişilerin, kanaat önderlerinin, aşk doktorlarının söylediği, o klişe "aşk var ama geçici" tanımını kabul edecek olursak, gün geçtikçe bu geçicilik daha da artıyor ve yerini "an"lara bırakıyor.

Bu kadar olumsuz düşünmeme, uzun sürmemesine, hayal ettiğim gibi olmamasına rağmen yaşadığım tarifi imkansız duyguların aşk olmadığına kimse ikna edemez beni, ben bile...

Sarıldığında zamanın durduğunu hissettiğin an... Onun elini tutarak uyuduğunda yaşadığın tarifsiz huzur... Dünyada sanki sadece sen ve o varmış gibi her şeyi ve herkesi unutup çılgınca saçmalama isteği... Uyurken seyrettiğinde kendini dünyanın en mutlu insanı sanman... Yanındayken gerçekten "sen" olabilme özgürlüğü... Hatta yaşamaktan vazgeçtiğin o en kötü anında ondan gelen güzel tek cümlelik bir mesajla bile sana bir anda hayatı sevdiren büyüsü...

Kiminle, nerede, ne zaman olursa olsun bu anların her biri ayrı ayrı "aşk" benim için. Tüm tanımlamalar, tarifler bu anları anlatmaya yetmiyor. Ve şu kısacık, anlamsız, amaçsız hayatta; kaybolmuş, arada kalmış, düşünmekten yoksun bırakılmış bir çağın insanları olarak belki de tek yapmamız gereken bu anları arttırmak olmalı...

Ne demiş Fuzuli "Aslolan aşktır hayatta gerisi laf-ı güzaf..."

Comments


bottom of page